Ab-ı hayat: hayat suyu, ölümsüzlük suyu.
Abad etmek: bir yeri bayındır hale getirmek, tarımı, ticareti ya da sanayisi gelişmiş bir yer yapmak.
Abesle iştigal: boş işlerle uğraşmak, boşa zaman geçirmek ve gereksiz alakasız işlerle uğraşmak.
Acıma yetime döner koyar götüne: merhametten maraz doğar.
Ad hominem: insanların karalandığı safsatalara verilen ad. bir önerinin reddedilmesini sağlamak için, önerinin kendisi yerine öneriyi yapan kişinin karakteri ya da hareketleriyle ilişkilendirip tartışma konusu yapmak.
Adab-ı muaşeret: bir toplumda veya toplulukta, davranışları denetlemeye yönelik olan kuralların bütünü, davranış bilgisi, görgü kuralları.
Afet-i devran: zamanın güzeli.
Afili: gösterişli, hoş, çalımlı.
Afinitie: bağlanma kapasitesi.
Aforizma: özlü, çarpıcı, aykırı söz; düşünce, duygu ya da ilkeleri kısa ve öz bir biçimde anlatan sözler.
Akait: İslam'da inanç olarak bağlanmayı gerekli kıldığına inanılan inanç esaslarının bütünü olarak bilinir.
Akıl:
Akrilamid: kızartılmış şeyler.
Aksiyom: kendiliğinden apaçık olan bu yüzden kanıtlanmaya ihtiyaç duymayan önerme.
Aksiyona almak: planlananı yapmak, ortaya bir sonuç, ürün çıkarmak.
Aktüel: güncel.
Akıntıya karşı kürek çekmek: başarması zor veya imkansız olan bir işe kalkışmak, boş yere kendini yormak.
Akvarel: suluboya.
Al dante: makarnanın hafif diri kalması.
Alafızanfoni: argo; adı söylenmesi zor, karmaşık nesne anlamında alay yollu kullanılır.
Alamet-i farika: birini kendine vekil olarak seçen kimse; bir şeyin ayırıcı özelliği, ayırıcı niteliği.
Alea iacta est: zarlar atıldı. sezar'ın senato'nun emrinin aksine ordusunu dağıtmayarak rubicon'u geçerken söylediği sözdür.
Alegori: bir düşünceyi, davranışı ya da eylemi, daha kolay kavratabilmek için onu, yerini tutabilecek simgelerle, simgesel sözlerle, benzetmelerle göz önünde canlandırma işi; bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme sanatı.
Alenen: herkesin gözü önünde, hiç gizlemeden, açıktan açığa, açıkça.
Alengirli: gösterişli, fiyakalı, hoş.
Algı:
Algıların olguların önünde olması:
Algoritma:
Ali Cengiz oyunu:
Ali kıran baş kesen:
Ali cenap: cömert, eli açık, yüce gönüllü.
Alil: hastalıklı, sakat.
Aliterasyon: şiir ya da düzyazıda bir uyum yaratmak amacıyla, aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasına aliterasyon denir.
Altı kaval üstü şeşhane:
Altından çapanoğlu çıkar:
Amfibi: hem denizde hem karada yaşayan.
Amerikan kaşığıyla Türk çorbası yemek:
Amiyane: basit, sıradan, alelade, kibarca olmayan.
Amortisman: sermaye mallarında meydana gelen aşınma ve eskimenin parasal değeridir.
Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz:
Anabolik: metabolik sürecin yükselen evresi, besinleri karmaşık organik bileşimlere dönüştürme süreci.
Anafilaksi: çeşitli zehir, besin maddesi ya da ilaçların kullanımı sonrasında meydana gelen ağır bir alerjik reaksiyon tablosudur.
Anakronizm: değişik çağları birbirine karıştırma, bir olayın çağıyla ilgili yanılma.
Anamnez:
Anarşizm:
Analiz:
Analoji: kimi ortak yönleri bulunan iki şey arasındaki benzeşme.
Andaval: kolayca kanan, aptal, bön, budala (kimse).
Anevrizma: kan damarlarının duvarlarındaki zayıflama sonucu bir balon gibi genişlemesi.
Angajman: iş bağlantısı, yapılacak bir işle ilgili sözlü ya da yazılı anlaşma, bağlantı.
Animist: doğal olaylar, hayvanlar ya da doğada var olan başka nesnelere bir ruh izafe ederek bunlara tapınma temeline dayanan din anlayışı.
Animizm: doğayı bir bütün olarak kabul eden ve her varlığın bir ruha sahip olduğunu kabul eden görüş.
Anoloji: kimi ortak yönleri bulunan iki şey arasındaki benzeşme.
Anonim: adı, kökeni, keşfedeni bilinmeyen.
Antikor:
Antitoloji:
Anti tröst:
Antibiyotik: Latincede "yaşam karşıtı" olan anlamındadır.
Antrparantez: sırası gelmişken, söz açılmışken, söz arasında, konu ile ilgili olmaksızın, akla gelmişken.
Apartheid devlet:
Apartheid rejimi: ayrıştırıcı rejim.
Apateizm: tanrı umursamazlık; herhangi bir ilaha olan inanca veya inançsızlığa karşı ilgisizliktir.
Apollonik: nizamı, eğitimi, bilgiyi, düzeni savunan karakter.
Apranti: at yarışlarında az yarış kazanmış, deneyimi jokeylere göre daha az genç binici.
Arafat'ta soyunmuş hacıya dönmek.
Arbitraj:
Arıyla karıyı gezdircen:
Aristokrasi: eskiden, siyasal ve ekonomik gücün ve devlet yönetiminin soylular elinde bulunduğu düzen, yönetim biçimi.
Arkaik: klasik çağ öncesine ait olan, eskimiş.
Artizan: hem sanatkar hem de zanaatkar anlamına gelen bu sözcük, geleneksel yöntemlerle büyük uğraşlar vererek yemek hazırlayan aşçılar için kullanılır.
Asonans: bir şiirdeki bir veya birden fazla ünlü sesin tekrar edilmesiyle ahenkin sağlanmasıdır.
At sahibine göre kişner: yönetici nasıl davranırsa çalışanları da o şekilde davranır.
Atı alan Üsküdar'ı geçti:
ATM: automatic teller machine (bankamatik).
Attığın taş ürküttüğün kuşa değsin: yaptığın iş verdiğin emeğe değsin.
Avam: halkın cahil tabakası.
Avam tabiriyle: halkın aşağı tabakası deyimiyle.
Avangart: çok şaşalı, varaklı, maraklı, bir nevi günümüz Osmanlı tarzı gibi olan çok şaşalı mobilya türü.
Aversif tepki:
Ağzı açık ayran delisi: gördüğü şeylere aptal aptal bakan, her gördüğünden şaşkınlık duyan ya da sağa sola bakarak salak salak dolaşan (kimse).
Ağzından baklayı çıkarmak:
Ayşe'nin ağzında baklayı çıkarmak:
Aymaz: çevresinde olup bitenlerin, olayların ayrımına varmayan, gerçekleri görmeyen, sezmeyen.
Aysar: ayın etkisiyle huyunun değiştiği sanılan kimse.
Babıali:
Bafilemek: argoda cinsel münasebet.
Bağ dokusu:
Bağıl nem:
Babayani: dış görünüşe ve gösterişe önem vermeyen, görmüş geçirmiş.
Bahtiyar: mutlu.
Bahusus: özellikle.
Balaklava: kar maskesi.
Balans:
Balık kavağa çıkınca: hiçbir zaman olmayacak, gerçekleşmeyecek işler için alay yollu söylenir.
Bam teline basmak:
Banal: bayağı, sıradan, yaygın.
Banım: yağlı, salçalı ve sulu yemek.
Barista: İtalyanca barmen anlamına gelen kelime.
Basınç:
Baz puan:
Beat akımı:
Bedahet: bir konuda hazırlıksız konuşma yeteneği.
Bedbin: kötümser.
Bedeniyet medeniyeti: insanların fiziklerine, bedenlerine göre konumlandırıldığı medeniyet.
Bellek:
Benlik:
Berceste: seçilmiş, değerli, güzel.
Berhudar: mutluluk içinde bulunan.
Bergüzar: anmak için verilen hatıra, armağan, yadigar.
Betimleme:
Beton gıdıklamak:
Beyhude: anlamsız, boş, yararsız; boş yere, boşuna, yok yere, gereksiz olarak.
Beylik laf:
Beynelmilel: uluslararası.
Beyzi: yumurta biçiminde olan, söbe.
Bilahare: daha sonra, sonradan, sonraları, sonra, sonunda.
Bilakis: tersine olarak, tam tersine.
Bilgi:
Bilanço:
Bilim:
Bilişim:
Bilmukabele: karşılık olarak.
Binaenaleyh: bundan dolayı, bunun için, bunun üzerine, dolayısıyla.
Bir deli kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış: kimi zaman bir kişi öyle delice bir işi yapar ki birçok akıllı kimseler bir araya gelerek düşünür, çalışırlar da durumu düzeltemezler.
Bir elin yağda bir elin balda: bolluk ve rahatlık içinde yaşamak.
Biyometrik:
Brifing: bir konuda kısaca, özet olarak verilen bilgi.
Bulaş: enfekte olma ihtimali.
Burak: Hz. Muhammed'in miraçta kullandığı atın adı.
Burnundan fitil fitil gelmek:
Buzdan ev:
Cambul cumbul: pek sulu, suyu bol (yemek için).
Canhıraş: yürek parçalayan, dayanılamayacak şekilde üzüntü veren.
Cansiperane: canını verircesine, özveriyle, canını feda edercesine.
Cari:
Cari açık:
Ceberrut: acımasız, zorba.
Cendere: manevi baskı.
Ceteris paribus: ekonomide tüm koşullar aynıyken.
Cevaz vermek: onay vermek, izin vermek, uygunluk vermek.
Cevher:
Cevval: hareketli ve canlı.
Cihet: yan, yön, taraf.
Cürüm: suç.
Çakıldak: olgunlaşmamış meyve.
Çalakalem: gelişigüzel bir biçimde yazarak.
Çarşamba pazarı: her şeyi dökük saçık ortada olan yer, karmakarışık, darmadağın yer.
Çarşı eşya kokusu: yeni eşya kokusu deyimi.
Çerçi: köy, pazar vb. yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye eşyası satan kimse.
Çerçi eşeği gibi kokuyorsun: kötü kokana söylenir.
Çerçi parası: bir sürü karışık düzensiz bozuk para.
Çıfıt çarşısı: türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer.
Çingene bohçası:
Çipil gözlü:
Çıpa: teknede veya bir geminin durmak için denizin dibine salladığı şey.
Çizmeyi aşmak:
Çölyak:
Çörçil:
Çul çürüten: kaygısı olmayan, rahat kişi.
Dalkavuk: çıkar ve yarar beklediği ya da kendisinden çıkar sağladığı kimselere, makamca, durumca büyüklere karşı saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse.
Danse macabre: ölüm dansı, ölümün evrenselliğini gösterir.
Dansite: yoğunluk.
Darbımesel:
Dar-ı beka: sonsuzluk yurdu, ahiret.
Darülfünun: üniversite.
Datamania:
Davudi:
Davul tozu minare gölgesi: birisine imkansız bir şeyi anlatmak için kullanılabilir.
Dağdağa: gürültü, patırtı.
Değer:
Değirmenine su taşımak:
Defaatle: defalarca, birçok kez, kere.
Defaten: bir defada.
Deflasyon:
Deglaze etmek:
Değişken:
Dem vurmak: bir konu hakkında uzun uzun konuşmak, sohbet etmek ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunmak.
Demirperde ülke:
Demokles'in kılıcı: kişiyi korku ve baskı altında tutan büyük ceza tehdidi.
Demokrasi: dünyadaki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir.
Deplase olmak: yer değiştirme.
Derdest: yakalama, tutma, ele geçirme.
Dere geçerken at değiştirilemez: iş yaparken sonradan fikir değiştirilmez.
Dersaadet: saadet kapısı anlamına gelen kelime Osmanlı döneminde İstanbul için kullanılmıştır.
Desise:
Determinizm: her olayın neden-sonuç ilişkileri içinde kesin olarak belirlendiğini ve bu neden-sonuç zincirinin evrende meydana gelen her şeyi etkilediğini savunan bir felsefi görüşü ifade eder.
Determinist:
Deus ex machina:
Devlet:
Devri sabık yaratmak: Türkiye siyasi tarihinde yeni gelen yönetimin/iktidarın, kendinden önceki dönemi sorgulaması, hesap sorması, vb. anlamında kullanılan ifade.
Devrim:
Dezenformasyon: yanlışlığı ve doğruluğu tespit edilmeden kasıtlı olarak yayılan bilgi.
Diderot etkisi: tüketicilerin bireysel kimliklerinin satın aldıklarıyla şekillendiğini ve buna bağlı olarak kişinin bir sonraki alacağı ürünlerin de ilk aldıkları tarafından öngörülebileceğini söyleyen sosyal bir olgudur.
Didaktik: öğretme ereğini güden, öğretici (yapıt).
Dijital:
Dikotomi: bir bütünün iki parçaya bölünmesidir.
Diktatörlük:
Dilhun: kalbi yaralı, içi kan ağlayan, üzüntü içinde olan.
Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: daha fazla kazanacağını, daha iyisini elde edeceğini umarken, elindekinden olmak.
Diyonizyak bakış açısı: sık sık kurallara ve toplumsal normlara meydan okuma, içsel özgürlüğe ve insanın doğasına bağlılık fikrini içerir.
Diplomasi:
Disiplin:
Diskur:
Distopya: zaman zaman ütopyanın olumsuzu olarak kullanılır; baskıcı, totaliter, otoriter bir yapı tasarımıdır.
Dizartri:
Doktrin:
Dokuz doğurmak:
Dolap çevirmek:
Dolarizasyon: bir ülkede yaşayanların yabancı para birimlerini kendi paraları yerine ve/veya paralel olarak kullanmaları durumu.
Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor:
Donanım:
Doğrucu Davut: her zaman her şeyin doğrusunu söyleyen ya da yapan kimseler için söylenir.
Dördüncü duvarı yıkmak: izleyicilerin sahneyi gördükleri hayalı, gerçekte var olmayan duvar anlamına gelmektedir; oyuncuların bu görünmez duvarı kırıp seyirci ile iletişime geçmeleri, seyircinin orada olduğunu fark edip kendi evrenlerinin kurgusal olduğunu anlamaları manasına gelmektedir.
Durum:
Düşmanının bilmemesi gereken şeyi, dostuna söyleme:
La edri: Edebiyatta yazanı, yapanı, söyleyeni bilinmeyen.
Edilgen: günlük hayatta eyleme geçememe.
Efemine: erkeksi davranan kadın.
Efsunkar: büyülü, karşı konulamayacak kadar etkileyici.
Egzajere etmek: abartmak.
Ehlikeyf: rahatına, keyfine çok düşkün kişi.
Ehvenişer: kötünün iyisi, iki kötü içinden daha hafifi olanı.
Ekabir: kendini beğenmiş kimseler için kullanılır.
Ekonomi:
Ekseriyet:
El koyma: müsadere.
Eli kulağında:
Elifi görse mertek sanır: cahil, okuması yazması yok.
Elzem: en gerekli olan, vazgeçilmez.
Emisyon: piyasadaki nakit para.
Emisyon hacmi: piyasadaki toplam para miktarına denir.
Emrivaki: karşı kişinin mecburen yapmak zorunda kalma durumu.
Emtia: ticari faaliyetlerin konusu olan maden (altın, gümüş, platin), tarım ürünleri (pamuk, tahıl, kahve) veya enerji kaynakları (petrol, doğal gaz), hayvancılık ürünleri (sığır, domuz) vb. malların bütününe verilen isim.
Enfarktüs: etkilenen bölgeye yetersiz kan akışı nedeniyle doku ölümüdür.
Enflasyon: fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışını ifade eden bir durumdur.
Enformasyon: derlenmiş, düzenlenmiş bilgi parçası.
Ensesinde boza pişirmek: sıkıştırıp tedirgin etmek, eziyet etmek; genelde sürekli takipte olan ve baskı kuran kişiler için kullanılır.
Entelektüel:
Entropi:
Epidemi:
Epik: destana özgü, destansı.
Epistemik:
Epistemoloji:
Ergonomi:
Esfeli safilin: bir kişinin düşebileceği en aşağılık mertebedir. Yani İslam anlayışına göre hayvandan da daha aşağıda bir mertebede olma hal ve durumunu ifade eder.
Esvap: giyecek, giysi.
Esrik:
Espadril: gündelik, ip tabanlı, düz, ancak bazen yüksek topuklu ayakkabılar.
Eşbah: şen şakrak ve girişken kişi.
Eşref saati:
Eşref-i mahlukat: yaratıkların şerefli olanı.
Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek: bir şeyi birinin aklına getirmek.
Etnografya:
Euroskeptik: AB'ye şüpheyle yaklaşan.
Evaporasyon: sıvı kaybı.
Evreka: buldum.
Evrensel:
Expat: doğduğu ülke dışında çalışan bireyleri tanımlamak için kullanılır.
Eyyamı bahur: yaz mevsiminin en sıcak ve boğucu günlerine verilen Arapça kökenli Türkçe sözcük.
Ezcümle: örnek olarak, örneğin
Eylem:
Faka bastırmak: oyuna getirilmek, tuzağa düşmek, hileye kanmak, aldanmak, aldatılmak.
Fakir sümüğü:
Faktör:
Falan fıstık: konunun dinleyicinin kafasında zenginleşmesine izin veren bir deyimdir.
Faraza: varsayalım ki, tutalım ki, diyelim ki, ola ki.
Fasarya: üzerinde durmaya değmeyen, hiçbir değeri, önemi olmayan, anlamsız, boş, fasa fiso (şey ya da söz).
Faiz:
Faşizm:
Fecaat: yürekler acısı durum, çok acıklı olay.
Felç: tıp dilinde inme.
Fenomen: son zamanlarda popüler olan kişilere denir.
Fenotip: çevresel.
Feriştah: işi yapan en iyi kişi, işin ehli, uzmanı ve en yetkili.
Fetişizm: herhangi bir şeye tapınma tutkusu.
Feveran: birdenbire öfkelenme.
Fevkalbeşer: insanüstü.
Fıcıtmak: sinirlenerek herhangi bir eşyayı atabildiği en uzak noktaya atmak.
Fırın kızgın kürek düzgün:
Fiilen kadük hale gelme:
Fikir teatisi: fikir alışverişi.
Fil dişi kule: kendini toplumdan soyutlayan insanın, kendi içinde oluşturduğu dünya.
Filantropist: insan sever.
Filiki Eteria Örgütü:
Filistin askısı:
Filhakika: doğrusu, gerçekten.
Finifugal: Latinceden türemiş bir sözcük, sonlardan kaçmak, herhangi bir şeyin sonunu öğrenmek istememek demekmiş.
Firkat: ayrılık acısı, üzüntüsü, ayrılış, ayrılma.
FOMO: Sosyal ortamlarda gelişmeleri kaçırmaktan korkmak.
Frapan: alımlı, göz alıcı, ekstra süslü, çok şaşalı
Fraktal: matematikte, çoğunlukla kendine benzeme veya oransal kırılma özelliği gösteren karmaşık geometrik şekillerin ortak adıdır.
Fundamental: esas, temel, ana; özellikle basketbolda top sürme yeteneğine verilen isim.
Füzyon: iki hafif elementin nükleer reaksiyonlar sonucu birleşerek daha ağır bir element oluşturmasıdır.
Fıkıh: İslam hukuku.
Gaip: nerede olduğu, ne durumda bulunduğu bilinmeyen, göz önünde olmayan, hazır bulunmayan.
Galat-ı meşhur: kelime veya deyimlerin yaygın olarak yanlış bir biçimde kullanılması sonucu, doğrusunun yerini alması halidir, "herkesin doğru bildiği yanlış" denebilir.
Gamlı baykuş gibi: sıkıntı veren, sizi üzen, her yaptığınıza bir kulp takan, sürekli olumsuz değişleri ile yaşama sevincinizi sizden çalan insan tiplerine denen bir hitap şekli.
Garabet: yadırganacak bir yönü olma durumu, yadırgatıcılık, tuhaflık.
Garaj yapmak:
Garaz: birine karşı güdülen kapalı düşmanlık, kötülük etme isteği.
Gaybubet evi: yok olunan, bulunulmanın zor olduğu kaçak evleri.
Gayrı kabili rücu: geri dönüşü mümkün olmayan.
Gelenek:
Genel ağ:
Genotip: genetik.
Gensoru: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, milletvekillerince başbakana ya da bakanlardan birine bir sorunla ilgili olarak sorulan ve görüşmeler sonunda o konuda soruşturma açılması istenebilen soru.
Gerçek İskoç olmamak: kişinin evrensel bir genellemeyi savunmak için bu genellemeye uymayan karşı örnekleri yok saymasını ifade eden safsatadır.
Gestapo: Hitler Almanyasının gizli siyasal polis örgütü.
Girift: iç içe girmiş, karmaşık, birbirine dolaşmış.
Girizgah: asıl mevzuya gelmeden önce edilen sözlerin bütünü.
Git derdini Marko Paşaya anlat: çözülemeyecek bir işle karşılaştıkları durumlarda insanlar konuyu kapatmak için kullanır.
Gökotta: İsveç'te kuşların sesini dinlemek için sabahın erken saatlerinde uyanmak.
Gönenç: geçim genişliği, varlık içinde yaşama, varlık, bolluk, rahatlık.
Gonore:
Gorgoycu:
Goygoyculuk yapmak:
Gölge: eski dilde saye kelimesinin anlamı (senin sayende).
Grotesk: Eskiçağ Roma yapılarında bulunan, insan, hayvan ve çiçek figürlerinin gülünç bir biçimde birleşmeleri biçimindeki abartılı süsleme tarzı.
Gudük kalmak: sonuç vermemiş, bitmemiş durumda olmak.
Gufra: Arapça, bir avuçta biriktirilebilen su miktarı.
Gume: avcı kulübesi ya da bostanda yapılan bekçi kulübesi.
Güneş balçıkla sıvanmaz: herkesin bildiği, apaçık bir gerçek yalan yanlış sözlerle değiştirilemez, ört bas edilemez.
Gupse: gönülden olan, candan, sevecen.
Gurur:
Gustavo:
Gusto: İtalyancada zevk, beğeni ve zevk sahibi olmak manasında kullanılır.
Güvenlik:
Gördüğünü okuyamayanlar bildiğini okur:
Görgü:
Haddi zatında: aslında, gerçeğinde, doğrusu şu ki.
Hadis: Hazreti Muhammed’in, Müslümanlarca büyük değer verilen, genel kural niteliğindeki sözleri ve davranışları.
Hafazanallah:
Haiz: bir şeyi elinde bulunduran, bir şeyi olan.
Hakeza: bunun gibi, böyle.
Hakuna matata: Afrikada kullanılan Swahili dilinde üzülme, sorun yok anlamında kullanılır.
Halaskâr: kurtarıcı.
Halat kopmuş gemi limandan ayrılmış.
Halet-i ruhiye: zihinsel durum.
Halep oradaysa arşın burada:
Ham nalına hem mıhına vurmak:
Hamaset: dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yapılan abartılı anlatım; yiğitlik.
Hamasi nutuk: dinleyenleri etkilemek amacıyla söylenen şeyler.
Hamasi masallar: yiğitlik gösteren masallar, içi boş masallar.
Hanya'yı Konya'yı görmek:
Hariçten gazel okumak: bir konuyu iyice bilmeden görüş ve düşünce ileri sürmek.
Hasbelkader: rastlantı sonucu olarak, rastlantıyla, tesadüfen.
Hasbihal: karşılıklı konuşma.
Hasis: cimri.
Haslet: kişinin yaradılışından gelen özelliği, yaradılış, huy.
Hasılı: kısaca, sözün kısası.
Haşimato:
Havanda su dövmek: boşuna uğraşmak.
Havsalası almamak: aklı kabul etmemek.
Hazan: güz, sonbahar.
Hem ayranım dökülmesin hem yoğurdum ekşimesin:
Hem etçil hem otçul: omnivor.
Hem kel hem fodul:
Hem kemankeş hem çilekeş:
Hemdem: arkadaş, yakın dost, sohbet arkadaşı.
Hemhal: durumları aynı olan (kimseler).
Hep aynı yarayı kaşımak:
Her hakkı mahfuzdur: her hakkı saklıdır.
Heretik: yerleşik inanç veya geleneklerle, özellikle de bir kilise veya dini örgütün kabul edilen inançlarıyla güçlü bir şekilde çelişen herhangi bir inanç veya teoridir; dalalet, sapınç ya da sapkınlık, genel anlamda kamu vicdanında yer etmiş inanç ve düşüncelere ters düşen ya da başka bir deyişle “doğru yoldan” ayrılan her türlü akîde ve düşünceyi ifade eder.
Heval: Kürtçe arkadaş.
Heyhat: yazık, çok yazık anlamındaki ünlem.
Hezeyan: abuk sabuk konuşma, saçma sapan sözler etme, saçmalama.
Hiciv: edebiyat ve sanatta, bir kişi, bir olay ya da durumun, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirildiği bir türdür.
Hinlik: açıkgözlük, kurnazlık.
Hiperpolitize toplum: çok fazla politize olmuş toplum.
Hipertrofi: bir doku ya da organın aşırı gelişmesi.
Hiperventilasyon: gerekenden daha hızlı ve/veya daha derin nefes alma durumudur.
Hissikablelvuku: önsezi, hissetmek, tahmin etmek.
Histeri: ani, sinirsel, nevrotik bir hastalık.
Histerik: denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında aşırı hayal gücü veya korkuları ifade eden nevrotik zihinsel bir hastalığı tanımlar.
Hodbin: yalnız kendini düşünen, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün tutan kişi.
Holistik: bütünün, kendisini oluşturan parçaların toplamından daha fazla olduğunu savunan felsefe görüşüdür.
Hoşafın yağı kesilmek:
Hukuk: hak kelimesinin çoğuludur.
Hukuk garabeti: hukuki açıdan yadırganacak karar.
Hususi: özel.
Hülasa: özet, sözün kısası, kısacası.
Hülleyle: akraba olan veya benzeri türden yakınlık duyulan personel öncelikle sınav şartı olmayan enstitü ve fakülte sekreterliği kadrolarına, ardından şube müdürlüğü kadrosuna 'hülle' yoluyla atanır.
Hüsnühat: güzel yazı sanatı.
Hüsnükabul görmek: güler yüz görmek, iyi ağırlanmak, iyi karşılanmak.
Hüviyet: kimlik
İbadetini kulluğunu Allaha yap bana insanlığın lazım: senin inancınla değil, insanlığın ile ilgileniyorum.
İcat:
İçre: içerisinde.
İçtihat: yasa tarafından hüküm belirtilmemiş bir konuda, daha önceki bir mahkeme kararının esas alınması.
İcra:
İdare-i maslahat: bir işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma.
İdeoloji:
İdiokrasi:
İflas:
İhraç:
İhram: genellikle yünlü çarşaftan yapılmış, eskiden Romalıların, Yunanlıların, bugün de Berberilerin büründükleri, ak renkli geniş giysi.
İhtilaf: anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık, ayrılık.
İhtilafa düşmek: anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık, ayrılık.
İhtiyat:
İhtiyatlı davranmak: herhangi bir konuda, ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma.
İki dirhem bir çekirdek:
İkrar: saklamayarak söyleme, açıkça söyleme, gizlemeyip açıklama.
İktisat:
İletişim:
İlhak etmek: egemenliği altına almak.
İlliyet bağı: bir kişiye ceza vermek için suçla şahsın eylemi arasında olması gereken bağlantı.
İltisaklı: bağlantılı, yapışık, ilişkili.
İltisaklı olmak: bağlantılı, ilişkili olma.
İmera fera: Rumcada gün ışığı.
İmik: boğaz, gırtlak.
İmtina etmek: kaçınma, sakınma, geri durma.
İnaktif: bir mikrobik etkenin enfekte etme yeteneğini kaybetmesi veya ölmesi.
İnferis:
İnkılap:
İnovasyon:
İnsanların bir eşşek saati bir de eşref saati vardır: insanın bir, sakin olduğu ve olaylara pozitif baktığı eşref saati vardır, bir de ters davranışlarda bulundukları eşşek saati vardır.
İnsomnia: uykusuzluk.
İntiba: izlenim.
İntikal: bir yerden başka bir yere geçme, geçiş.
İptidai: ilkel.
İrtikam:
İsnat: bir sözü, düşünceyi, konuyu vb. bir kişiye ya da nedene yükleme, dayandırma; mecazen kara çalma, suç yükleme.
İstasyon:
İstatistik:
İstibdat: hiçbir hakkın ve özgürlüğün bulunmadığı tek adam yönetimi; tek bir yöneticinin toplumu baskı altında yönetmesine dayanan düzen, baskıcılık.
İstihza: alay etmek.
İstikşafi: keşif çalışması.
İstinaf: yerel mahkeme tarafından verilen karara karşı, hem de hukuki yönden üst dereceli mahkeme tarafından denetlenmesi.
İstintak: sorgu.
İstirdat: geri alma.
İstirham: yalvarış, rica.
İstiskal: yüz vermeyerek kovmak.
İstiğrak: coşkudan kendini kaybetmek.
İtidal: ölçülü, dengeli davranma; ölçülü davranılması gerektiği, soğukkanlı, sakin hareket edilmesi gerektiği anlamlarını taşır; aşırı olmama, ne çok fazla ne çok az, tam gerektiği kadar olma, orta hâlde bulunma, ölçülü, dengeli ve soğukkanlı olma.
İzlenim:
İzzeti nefis: özsaygı.
İştigal: uğraşma.
İşgüzar:
İşini bilen esnaf tarifesi:
İzahtan varestedir: açıklama gerektirmeyecek kadar nettir. yalnız kamu yazışmalarında savaş ilanıdır. alkollüyken kullanmayınız.
Jus in bello: savaş sırasında uyulması gereken kuralları anlatmaya yarayan uluslararası hukuk kavramı.
Kabak başına patlamak:
Kabiliyet:
Kabune:
Kadirşinas: değerbilir.
Kadük: hükümsüz sayılmış, eskimiş, değerini yitirmiş.
Kadük hale gelme:
Kakafoni: ahenksizlik, kulağa hoş gelmeyen ses.
Kallavi: çok iri, kocaman.
Kanıksamak:
Kantarın topuzunu kaçırmak: ölçüyü kaçırarak aşırıya kaçmak.
Kapasite:
Kapitalizm: üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kar amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir.
Kapitülasyon: bir devletin bir anlaşmaya bağlı olarak başka devletlere tanıdığı iktisadi ve sosyal ayrıcalıklar bütününe verilen ad.
Karafaki:
Karaman’ın koyunu:
Karantina:
Kartel:
Kategori:
Kaos:
Kaotik: kaotiği seven.
Kargasekmez: ıssız sarp yer.
Kasem: ant içme.
Katabolik: enerjice zengin ve büyük moleküllü moleküllerin daha küçük moleküllere parçalanması olayı.
Kazak erkek:
Keçileri kaçırmak:
Kekre: tadı acımtırak, ekşimsi ve buruk olan.
Kelam: söz.
Kemiyet: nicelik.
Kerhen: gönülsüz olarak, istemeye istemeye, içten gelmeksizin, istemeyerek.
Kerhen oy vermek: istemeye istemeye oy vermek.
Keskin sirke küpüne zarar: öfkeli, sert kimsenin zararı kendisinedir.
Ketum: sır saklamasını bilen, sır saklayan, sıkı ağızlı.
Kevaşe: maddi gelir karşılığında cinsel ilişkiye giren ve bu işi meslek edinen bir insan.
Kezalik: öyle ki, aynı biçimde.
Keşmekeş: karışık olma durumu, karışıklık, kargaşa.
Kimine göre Şam’da kayısıyım; kimine göre şamdak ayısı:
Kıtipiyoz: değersiz, bayağı, kötü.
Kıymeti harbiyesi kalmamak: geçerli değerini yitirmek, önemi kalmamak.
Kıymeti harbiyesi yok: etkisi, değeri ve geçerliliğini yitirmek.
Kırkından sonra saza başlamak:
Kısmi kapanma:
Kitle:
Klozu: şartı, koşulları
Kodlama:
Komisyon:
Kompanse: dengelemek, yerine doldurmak ya da karşılamak.
Komünizm: üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu sınıfsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzen ve bu düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal, siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir.
Konfederasyon:
Konken partisi:
Konkordato:
Konjonktür: bir ülkenin ekonomik durumunu etkileyen, birbiriyle etkileşerek oluşturan öğelerin tümü.
Konsolide olmak: birleştirmek, toparlamak, sağlamlaştırmak.
Konsültasyon: bir hastalığa birkaç uzman hekimin birlikte tanı koyması işi.
Kontamine: bulaşık, bulaşma, saflığı kalmamış.
Konvansiyon:
Koordinasyon:
Korelasyon:
Koruyuculuk:
Kovuşturma:
Koy götüne rahvan gitsin:
Kozmogoni: evrenin kökenini araştırma meselesi.
Kozmopolit: değişik uluslardan, ırklardan olan kimseleri bir araya getiren, barındıran, kapsayan.
Koçbaşı: genellikle birkaç kişi tarafından elde taşınarak; vurarak kapı kırmaya, aralamaya ya da duvar yıkmaya yarayan silah.
Kral çıplak:
Kumarbaz yanılgısı: eğer arka arkaya iki kez tura gelirse, bir sonraki para atışında yazı gelme olasılığının daha fazla olduğunu düşünür. Ancak arka arkaya 10 kez tura da gelmesi de mümkündür.
Kumkumav gibi: yapayalnız, tek başına.
Küffar: kafir.
Külfet: büyük masraf.
Külhanbeyi:
Kümülatif:
Küratör: bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticisidir.
Küreselleşmek:
Küver: masanın üzerinde bulunan ve servise dahil edilmiş tüm malzemeler ve bunun için alınan ücret.
Küver parası: restoranın sabit ürünlerini servis etmesi sonucunda alınan para, buna çatal, kaşık, bıçak, tuzluk, bardak gibi ürünler dahildir; masaya getirilen örtüyle birlikte bıçak, çatal, kaşık, şamdan ve tuzluk gibi şeylerin servise konulmasından dolayı alınan ücret.
La edri: edebiyatta yazanı, söyleyeni, yapanı bilinmeyen
Laf salatası: bir şeyle ilgili ilgisiz, ipe sapa gelmez, saçma sapan sözler
Lafügüzaf: boş söz, faydasız laf
Lahanacı bamyacı
Lalettayin: gelişigüzel, herhangi, sıradan
Lale Devri:
Layetezelzel: sarsılmaz ve güvenilir
Lebaleb:
Lebiderya: bir şeyin bol olduğu yer
Lejyon: genellikle yabancıların oluşturduğu, birkaç takımdan kurulu asker birliği
Lepiska:
Letafet: yumuşaklık, incelik
Liberalizm:
Likorinoz: balık pastırması
Lisan-ı hal: beden dili
Literatür:
Lojistik:
Lubunya: kadınsı tavırlı erkek
Lucifer: şeytan, iblis
Lümpen: sınıfsız, görgüsüz, bilgisiz, yoksul, sefil, ayak takımı
Lüpe konmak: değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek
Madrabaz: dalavere çeviren, hile yapan, düzenci, hileci (kimse); kasaplık hayvanları, balıkları ya da meyve, sebze gibi şeyleri bulunduğu yerlerden alıp getirerek toptan satan kimse
Mafyöz: mafya kılıklı.
Mahalle yanarken orospu saçını tararmış:
Mahdut: sınırları belli olan, çevrilmiş olan, sınırlı sayıda
Mahir: becerikli, yetenekli, usta (kimse)
Mahiyet: nitelik
Mahlas: şair ve yazarların gerçek adı dışında kullandıkları kalem adı
Mahşer midillisi: ortalık karıştıran kimse
Majör: büyük, önemli
Makale:
Makro ekonomi:
Makul: akla, mantığa uygun olan
Makyavelist bakış: sonuca giden her şey mübahtır
Malamat olmak: kınanacak, utanacak durumda olmak, rezil olmak
Malik: bir şey üzerinde iyelik hakkı bulunan kimse
Malumat: bilgi
Malumatfuruş: bilmişlik yapan, bilgiçlik taslayan kimse
Malûm-u âli: malumunuz üzerine, yüksek zatınızca bilindiği üzere
Mamaladığı: beslediği
Mamafih: durum böyleyken, iş bu durumdayken, bununla birlikte
Mamur: imar edilmiş
Manivela: kaldıraç
Manipülasyon:
Manipüle:
Manifesto:
Mantra: meditasyon boyunca tekrarlayacağın bir sözcük veya ifadedir
Mantık:
Maraz: dayanılması zor durum, dert
Marduk: 36 milyar km uzaklıkta olduğuna inanılan ve 3661 yılda bir dönerek dünyaya yakın geçiş yaptığı iddia edilen gaz gezegen
Marifet iltifata tabiidir: düzgün bir iş yapanı tebrik etmek gerekir
Mart içeri pire dışarı: birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için kullanılır
Maslahatgüzarı: çeşitli sebeplerle yetkili kişi atanmadığı için yerine bakan görevli
Masumiyet karinesi: aksi ispat edilinceye kadar kişinin masum sayılma hakkı
Maval okumak:
Mavna: yakın kıyılara ya da limanın uzaklarında demirlemiş gemilere yük götürüp getiren, güvertesiz, büyük tekne
Mazbut: derli toplu, düzenli, düzgün, sağlam
Me’yus: ümitsiz; üzgün, ümitsiz, karamsar ve kederli
Medarı iftihar: onur duyulan, övünülen (kimse, şey)
Meddah: eskiden stand-up yerine kullanılan kelime
Medya:
Melanet: ilenilecek iş, büyük kötülük
Megaloman: kendini çok büyük gören kimse
Meksika çıkmazı: olaya karışan hiçbir tarafın kazançlı çıkamayacağı içinden çıkılmaz durum, çıkmaz, açmaz
Melik: hakan, hükümdar, padişah
Meme: caps demek
Menfi: olumsuz, negatif
Mentalite: zihniyet
Merdümgiriz: kalabalığı sevmeyen, insanlardan kaçan
Merhaba: benden sana zarar gelmez (Arapça)
Meritokrasi: yönetim gücünün, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne yani liyakata dayandığı yönetim biçimi
Mesnetsiz: dayanaksız
Metanet: (insan için) dayanma, dayanıklılık, sağlamlık
Metazori: zorla, zor kullanarak ya da zor altında kalarak
Mevhum: gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen
Meymenet: bereket, uğurluluk
Meyyal: eğimli, eğilimli
Mezbele:
Mezbelelik: çöplük
Mezcetmek: birbirine katmak, karıştırmak
Meşakkat: güçlük, sıkıntı, zorluk
Midas’ın kulakları:
Mihrican: sonbahar, İran'da bir bayram
Mikro ekonomi:
Minareyi çalan kılıfı hazırlar: insanlara ya da çevresine kötülük yapmak için plan yapan kişiler, bu planlarından zarar görmemek için gerekli hazırlıkları da yaparlar
Minör: daha küçük olan
Minval: biçim, yol, tarz
Miraç: göğe çıkma, yükseğe çıkma manasında kullanılan Arapça kelime
Misyon:
Mizantropi: insanlardan nefret etmek, ürkmek veya sevmemek anlamına gelir; bu görüş ve düşüncelerin etkin olduğu kimselere ise mizantropist denir
Mitomani: kişinin, ruhsal nedenlerle, gerçekleri çarpıtmayı, değiştirmeyi hastalık durumuna getirmesi; yalan söyleme hastalığı
Modernleşmek:
Modüler:
Momentum:
Monarşi: bir hükümdarın devlet başkanı olduğu bir yönetim biçimidir; saltanatın bir başka adıdır; seçim dışı yöntemler kullanılır
Monolit: yekpare taş veya kayadan meydana gelen, görünüşte dağ benzeri bir jeolojik veya teknolojik, büyük boyutlu bir kitledir
Monopson: tek alıcının birden fazla satıcının olduğu bir piyasaya hakim olduğu iktisadi bir durumdur
Monşer: davranışlarında Batı özentisi içinde bulunan
Morfoloji: canlıların yapı ve biçimini inceleyen ve özel fiziksel özelliklerini araştıran bilim dalıdır
Moratoryum: borçlanıcının, ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilân etmesidir
Motivasyon:
Motto: slogan
Muayede: bayramlaşma, birbirinin bayramını kutlama
Muhalefet:
Muhammen bedel: tahmin edilen veya oranlanan bedel
Muhtelif: çeşit çeşit, çeşitli, türlü
Muhteva: içerik
Muhteviyat: içerik
Muhteris:
Mukadderat: yazgı, kader
Mukavemet:
Muktedir: bir şeyi başarmaya, yapmaya, gerçekleştirmeye gücü yeten
Mulakat:
Müesses nizam: Derin devlet.
Münasip: uygun, yerinde
Münazara: iki grup ya da kişinin belirli bir konu hakkında karşıt görüşleri savunarak yaptıkları tartışma etkinliğidir; münazara, belli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilir ve taraflar görüşlerini akılcı argümanlarla savunurlar
Müntehir: intihar eden, kendini öldüren
Mücavir alan: belediye sınırları dışında olup, imar mevzuatı bakımından belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş olan alanlardır
Mücerret: soyut
Müfteri: kara çalan, iftira eden (kimse)
Mükellef: yükümlü
Mükemmel: hiçbir eksiği, kusuru bulunmayan, çok yetkin
Müktesebat: edinç, edinim
Mülakat: bir iş, araştırma ya da bilgi edinme amacıyla yapılan yüz yüze görüşmelerdir; özellikle iş başvurularında adayın değerlendirilmesi için sıkça kullanılır
Mümessil: temsilci
Münasebetsiz Mehmet Efendi
Münderecat: toplanılan, bir araya getirilen şeyler
Müneccim: yıldızların durumlarından ve devinimlerinden anlam çıkararak falcılık yapan kimse, yıldız falcısı
Münhal: (iş, kadro vb. için) açık bulunan, boş olan
Münhasır: sınırlanmış, sınırlı
Münkalip: dönüşen, değişen
Müntehir: intihar eden, kendini öldüren
Münzevi:
Müphem: belirsiz
Mürebbiye: bir evde yatılı olarak ve aylıkla çalışan, evin çocuğunun ya da çocuklarının bakımı ve eğitimiyle özel olarak görevlendirilmiş olan, görgülü, bilgili kadın
Müreffeh:
Mürekkep yalamak:
Mürteci: gerici, yeni düzene karşı direnen (kimse)
Müsadere: el koyma
Müsavi: eşit
Müsebbib: bir şeyin olmasına, yapılmasına yol açan (kimse ya da şey)
Müsemaha göstermek: anlayış göstermek
Müsilaj: deniz salyası
Müspet: olumlu, pozitif
Müspet ve menfi: olumlu ve olumsuz
Müstafi: görevinden kendi isteğiyle ayrılmış olan (kimse)
Müstehzi: alay eden, alaycı
Müsvedde: bir şeyin kötü bir benzeri
Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz: çeşitli tatsızlıklara yol açabilecek yanlış yerde uygulanan davranışlar
Mütalaa: irdeleme; irdelemek, düşünmek
Müteaddit: birçok
Mütemmim cüz:
Müteferriç: derdini gezerek atan kimseye denirmiş, tam olarak budur, yürümek ve gezmek, kafayı ancak bu toplar
Mütemadiyen: sürekli
Mütenasip: oranlı, orantılı
Müteselsilen: zincirleme, birbirini takip eden
Mütevekkil: birini kendine vekil olarak seçen kimse
Müyesser olmak: nasip olmak
Müşahhas: somut
Müşkülpesent: güç beğenen, güçbeğenir, titiz (kimse); zor beğenen, her şeye bir kusur bulan
Mızrak çuvala sığmıyor: herkesin gözü önündeki gerçekler örtbas edilemez
Nacak:
Nahif: ince, zayıf, cılız
Naip: hükümdarla yönetilen bir ülkede, tahtta hükümdar olmadığı zamanlarda ya da hükümdarın çocukluğu sırasında onun adına devleti yöneten kimse
Nail olmak: ele geçirmek, başarmak, erişmek, ulaşmak, kavuşmak
Nalı kırık: aklında bozukluk olan, akılsız
Namütenahi: ucu bucağı olmayan, sonsuz, sınırsız
Nanoteknoloji:
Naçizane: çok küçük, çok önemsiz bir şey olarak
Navlun: taşımak için gemiye yüklenen eşyanın tümü, yük
Nazenin: şımarık, nazlı yetiştirilmiş kimse
Ne hacet: gereği yok, gereksiz
Ne şamın şekeri ne arabın yüzü: faydası çok olduğu halde onunla karşılaşılmak istenmediği sevilmeyen, istenmeyen kimseler için söylenir
Ne yardan ne serden geçmek: insan ne kendinden ne de sevdiklerinden kolay kolay vazgeçemez
Ne şiş yansın, ne kebap: her iki yan da zarar görmesin, iş orta yolla çözümlensin
Nekahet dönemi: bir hastalığı geçirdikten sonra sağlıklı duruma geçme dönemi
Nedensellik:
Nesnel:
Neşretmek: dağıtmak, saçmak, yaymak
Nicelik:
Nihal: sevgili, taze, düzgün fidan (Farsça)
Nitelik:
Naber: benden sana zarar gelmez (Arapça)
Nohut oda bakla sofa: çok küçük, çok dar bir ev
Nobran: davranışı kaba, sert ve gönül kırıcı, sert mizaçlı, nazik olmayan
Nominal değer: bir şeyin üzerindeki yazılı değerdir
Norm:
Nuh Nebi’den kalma:
Nüve:
NPC insan: NPC insan, kendi aklıyla düşünemeyen kişidir. Gerçek hayatta NPC, nesnel düşünmeyen kişi diyebiliriz. TikTok ve diğer sosyal medya platformlarında insanlar bazen başkalarının yorumlarını ve görüşlerini akılsızca tekrarlayanları NPC olarak isimlendirir.
Nöropati: beyin ve omurilik dışında yer alan sinirlerin (periferik sinirler) hasar alması, fonksiyon kaybı gibi durumlarda ortaya çıkan tıbbi durum.
Objektif: tarafsız, nesnel
Obsesif:
Off shore:
Oksimoron: birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılması ve bu şekilde oluşturulmuş ifade
Olay:
Olgu:
Oligark: 1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası, özellikle Rusya ve Ukrayna’da ortaya çıkan gelir kaynağı bilinmeyen, seçkin zümreye ait kişilere verilen isim
Oligarşi: küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir
Oligopol piyasa: genelde 2, 3 veya 4 oyuncunun hakimiyetinde şekillenen piyasa
Omerta yasası: bir şey görmedim, duymadım, bilmiyorum, konuşmam” ifadelerinin toplamı olan, uyulmaması halinde karşılığının, kendisi ve tüm aile fertleri için cezası ölüm olan yasa, mafya yasasıdır
Omnivor: hem etçil, hem otçul
On parmağında on kara: insanlara leke sürmeyi, kara çalmayı, iftira atmayı huy edinmiş (kimse)
Onatça: doğru düzgün
Oportünist: kendi çıkarına göre davranan, durumlardan, koşullardan kendi çıkarına yararlanan (kimse); dönek
Opia: bir insanla göz göze bakışmanın verdiği yoğun his
Optimize:
Optimum:
Orator: etkili bir şekilde iletişim kurabilen, dinleyicileri etkileyen ve ikna edebilen bir kişidir
Organizasyon:
Orman kanunu: güçlü olan kazanır ilkesi olan modern yasalara uyumsuz, bir nevi kanunsuzluk durumu
Oryantalist: Doğu kültürüne merak duyan, inceleyen
Oryantasyon: işe uyum için, eğitim aldığı, her işte görevlendirildiği süreç
Otoimmün:
Otomasyon:
Otonom:
Otonomi: özerklik
Otorite:
Otokrasi: monarşinin bir çeşididir; yönetici, bütün siyasi yetkileri tek başına elinde bulundurur; fakat monarşinin aksine yönetim miras yoluyla kalmamış, kişi tarafından ele geçirilmiştir
Palas pandıras: acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan
Paleontolog: fosilleri veri olarak kullanarak dünyada yaşamın tarihini inceleyen bilim dalıdır
Palyatif: yaşamı kısıtlayıcı hastalıkları olan kişiler için özel tıbbi ve hemşirelik bakımını kapsayan disiplinlerarası bir yaklaşım
Palyatif çözüm: köklü bir çözüm olmayan, geçici olarak işe yarayan, geçiştirici
Pandemi:
Paradoks: sonuçların aslında çelişkili
Paralize olmak: bir çok seçenek arasında kıpırdayamaz hale gelmek; arada kalmak, seçmekte zorlanmak, bir şeyi almaya karar verirken bir çok seçenek arasında kafası karışmak
Parametre:
Parite: bir ülkenin parası esas alınarak diğer iki ülke parasının bu esas alınan ülke parası karşısındaki değeridir
Parlamento:
Parrhesia: açık konuşma, özgürce konuşmadır, yalnızca ifade özgürlüğünü değil, aynı zamanda kişisel risk altında bile olsa, kamu yararı için doğruyu söyleme yükümlülüğünü de ifade eder
Patent:
Patriyarka: ataerkil
Payidar: ölümsüz, sonsuza dek yaşayacak olan
Payitaht: eski dilde başkent anlamı taşıyan kelime
Penetrasyon: bir şeyin içine ilerleme, içine sızmak, delip geçmek
Perdebirun: açık saçık konuşan, utanması olmayan
Perestiş: taparcasına ve delicesine sevmek
Perifer: uzak
Periodisite: meyve ağacının bir yıl meyve verip ertesi yıl çok az ya da hiç meyve vermemesine verim düzensizliği
Perinçek: fedakar, sadikatli
Peritonit:
Perspektif:
Persona non grata: istenmeyen kişi (bir ülkeye girmesi veya o ülkede kalması ülkenin yerel hükûmeti tarafından yasaklanan yabancı bir kişi)
Pesimist: karamsar, kötümser
Pespaye: düşük nitelikli, alçak, beş para etmez (nesne)
Pestenkerani: önemsiz, değersiz, saçma ve uydurma söz
Peyderpey: bölüm bölüm olarak, azar azar, yavaş yavaş, parça parça
Pinhan:
Pireye kızıp yorgan yakmak: önemsiz bir durum karşısında kızarak kendisine daha büyük zarar verecek davranışta bulunmak
Pitoresk: durumu, görünüşü bir tablo konusu olmaya değecek güzellikte olan (sıfat)
Pnömoni:
Politika:
Posteki: koyun keçi postu
Postmodern: modernin ötesinde; modernizmin kesinlik, ilerleme ve evrensellik gibi kavramlarına karşı çıkarak belirsizlik, görecelik ve çoğulculuk gibi temaları öne çıkarır
Postop: operasyon sonrası
Potansiyel:
Pragmatist: akılcı bakan kişi
Pragmatizm:
Prehistorik: tarihöncesinden kalma ya da tarihöncesiyle ilgili
Prensip:
Priority: öncelik
Probiyotik: Latincede “yaşam için olan” anlamındadır
Probono: toplumun iyiliği için
Program:
Propaganda:
Protokol:
Prototip:
Psikoz: düşünce ve duyuda meydana gelen bozuklukların zihin durumunu etkilediği psikolojik rahatsızlık
Psikosomatik: psikolojik kökenli fiziksel hastalıklar için kullanılan adlandırma
Pılı pırtı: eski birçok giysi ve eşya
Püf noktası:
Rabıta: bağlayan şey, bağ
Radikal:
Rantabl: verimli
Rapor:
Raskolnikov Sendromu:
Rasyo: İngilizce ratio'dan gelir, oran demektir
Reanimasyon: bir kişinin bilincini kaybetmesi, kalp atışlarının durması veya solunumunun durması gibi nedenlerle hayati fonksiyonlarını yeniden başlatma veya canlandırma sürecini ifade eder
Redaktör: bir yazıyı kaleme alan, yazı yazan kimse
Reel değer: alım gücü, dolar, enflasyon gibi olgular karşısındaki gerçek değerdir
Referans:
Regresyon:
Regülasyon: devletin hukuksal düzenlemeler ile piyasaya ya da pazara müdahale etmesi
Rençber: tarla, bağ, bahçe, yapı ve toprak işlerinde ağır işleri gören gündelikçi, ırgat
Renovasyon: yenileme, bozuk, hasarlı veya eskimiş yapıların iyileştirilmesi sürecidir
Renove etmek: bir ürünün veya yapının belirli bir bölümünün korunması ve diğer bölgelerinin yenilenmesidir
Resen: kimseye danışmaksızın, bağımsız olarak
Resesyon: ekonomide durgunluk
Retorik: etkileyici ve ikna edici konuşma sanatı, söz söyleme sanatı; belagat
Reverans: selam ya da teşekkür anlamında, eğilme ya da diz kırma biçiminde yapılan hareket
Retrospektif: genel olarak meydana gelmiş olayların gerisine, geçmişine bakmak anlamına gelir
Rigor mortis: ölüm katılığı
Rijitlik: bir cismin uygulanan kuvvete tepki olarak deformasyona karşı koyma direncidir; cismin şeklini koruma yeteneğidir
Rikkat: incelik, naziklik, yumuşaklık
Roller coaster: İngilizcede inişli çıkışlı anlamındadır
Romantizm Akımı:
Rönesansı yaşatmak:
Sac ayağı:
Safderun: saf, temiz kalpli, kolayca aldatılabilen
Safiyane: saf hâlde, safça
Safsata: boş, asılsız, temelsiz söz
Sahih bilgi: aslına uygun, doğru, gerçek bilgi
Saik: neden
Saka: evlere, çeşmeden, ırmaktan vb. genellikle hayvan sırtında su taşımayı meslek edinmiş kimse
Salahiyet: uygun olma, işe yararlık, geçerlilik, yeterlik
Salgın:
Saman alevi: gelip geçici, çabuk yatışan, çabuk sona eren
Saman altından su yürütmek:
Samanlıkta iğne aramak: karmakarışık şeyler arasında arayarak zorlukla bulunabilen, bulunma ihtimali çok zayıf olan
Sanık: suç işlediği düşünülerek mahkemeye sevkedilen kişi
Sanrı: gerçekte var olmayan şeyleri görmek, işitmek gibi dayanaksız algılama
Sansür:
Sapyoseksüel:
Saray soytarısı: iktidara yalakalık yapan
Sarı sendika: işverenin gizli denetiminde bulunan sözde sendika
Sarkastik: alaycı, iğneleyici olan.
Sarkastik kişi:
Saturasyon: kandaki oksijen seviyesi
Sayfiye yeri: yazlık ev, yazlık yer
Sazan sarmalı: alıcı ve satıcı rolü yapan iki sahtekârın, tuzağa düşürdüğü kişileri dolandırdığı yöntem
Sedanter yaşam: hareketsiz bir yaşam
Sedatif: sakinleştirici
Sedatif etki: sakinleştirici etki
Segregasyon: kelime anlamı, ayrılma, ayrışmadır; yapı dilinde ise betonu oluşturan malzemenin birbirinden ayrılması ve betonun üniform özelliğini kaybetmesi anlamına gelir
Sehven: yanılarak, yanlışlıkla
Sekans: bir ya da daha çok sahne içinde geliştirilerek olayın bir parçasını veren film bölümü
Seküler: toplumda ahiretten ve diğer dinî, ruhani meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki hareket
Selektif: seçici, seçme işini yapan (kimse, kurul vb.)
Sempatik:
Sepsis:
Sepet havası çalmak: birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak
Serencam: bir olayın, bir işin sonu
Serendipçe: aramazken bulunan, mutlu tesadüf
Serf: derebeylik düzeninde toprakla birlikte alınıp satılabilen köle
Sergüzeşt: serüven, macera
Serhat:
Sermaye:
Sermest: esrik, sarhoş
Sessiz atın çiftesi pek olur: yumuşak huylu kimselerin kızması, korkunç olur
Sevk: gönderme, yollama
Seyyanen: eşit bir biçimde, eşit olarak
Seza: uygun, yaraşır
Seçmen sağırlığı: olanları görmezden, duymazdan gelen seçmen davranışı
Sikimsonik: anlamı olmayan ama kişilerin kendince anlam yüklediği kelime
Sinefili: sinemaya ve filmlere düşkün veya bağımlı insanları betimleyen, ironi içeren terim
Sinemik asit: suda az çözünür ve birçok organik çözücüde serbestçe çözünür beyaz kristal bir bileşiktir
Sinestezi: duyular arasında istemsiz geçişler yapan algılardır, sesleri koklama, şekilleri tatma, renkleri duyma gibi iki farklı duyunun kombinasyonu şeklinde ortaya çıkar
Sinkretik:
Sistem:
Sistematik:
Siyasi saik: siyasi güdü, siyasi neden
Siyer: Hazreti Muhammed’in yaşamını anlatan kitaplara verilen ortak ad
Sıçtın mavisi: ders çalışmak zorundasındır, tüm gece boyunca çalışmışsındır ama yetersiz kalmıştır ve sabah sınav vardır; tam bu esnada gökyüzünde beliren maviye denir
Sıkı yönetim:
Sıkılma organınızı aldırın:
Simbiyotik: diğer adıyla tamamlayıcı ilişki; biyolojide birbirine muhtaç yaşama zorunluluğu, psikolojide birbirine ters tutum ve davranışlarla birbirini tamamlayan ilişki biçimidir; sadist-mazoşist, neşeli-karamsar, hasta-bakıcı gibi
Simbiyotik ilişki: diğer adıyla tamamlayıcı ilişki; biyolojide birbirine muhtaç yaşama zorunluluğu, psikolojide birbirine ters tutum ve davranışlarla birbirini tamamlayan ilişki biçimidir; sadist-mazoşist, neşeli-karamsar, hasta-bakıcı gibi
Simge:
Sinkaflı küfür: kaba tabirle sikli soklu küfürlerdir
Skolyoz:
Sorbe:
Sorumluluk reddi: taraflarca bir hukuki ilişkide uygulanabilecek ya da zorunlu hale getirilebilecek hakları ve yükümlülükleri belirlemek ve sınırlandırmak için tasarlanmış olan bir beyandır
Sosyal:
Sosyal statü:
Sosyalizm: sosyal ve ekonomik alanda toplumsal refahı devlet kararlarının getireceğini ve üretim araçlarının hakimiyetinin toplumlara ait olduğunu savunan, işçilerin yönetime katılmalarına ağırlık veren, özgür girişimi devletin ve sendikaların baskısı altında tutmaya çalışan, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran ekonomik ve siyasi teori
Sosyopat: kişinin başkalarını umursamaması ile tanımlanan bir ruh hastalığıdır.
Söyleyemediklerinin hülasası:
Spektaküler: göze hitap eden
Spekülasyon:
Spiritüel:
Stalk: sosyal medya platformlarında bir kişinin başka bir kişiyi araştırması, sosyal medya hesaplarından gizlice takip etmesi, gözetlemesi ve paylaşımlarını incelemesi
Standart:
Statü:
Statükocu: öteden beri sürüp gelen, var olan durumun değişmesini istemeyen kimse
Sulh: uzlaşma, barış
Sümbülteber: zambakgillerden, Akdeniz çevresinde bol yetiştirilen, soğanla üretilen, yaygın iki türü bulunan, güzel kokulu, beyaz renkli çiçek açan bir süs bitkisi
Süveyda: kalbin en ortasında bulunduğuna inanılan siyah benek, kalpteki gizli günah
Sırra kadem basmak:
Şambra: evrensel yaşam enerjisidir, enerji titreşimi aktarılarak yapılan şifa uygulamasıdır
Şapka içinden tavşan çıkarmak: imkansız görünen bir şeyi yapmak
Şekerrenk: araya soğukluk girmiş, bozulmuş dostluğa denir
Şikemperver: boğazına düşkün, yemek yemeyi seven
Şimendifer: tren
Şiraze:
Şirret: kavga çıkarmaktan hoşlanan, geçimsiz, huysuz, yaygaracı, edepsiz, kavgacı (kimse)
Şovenizm: değişik ırklar ve uluslar arasında kendi ırkını ve ulusunu üstün görme temeline dayalı aşırı ulusçuluk akımı
Şvester: hemşire
Şömiz: bir kitabın cildi üzerine geçirilen, renkli, kâğıt kapak
Şıracının şahidi bozacı:
Taam:
Tabule:
Tahayyül: hayal etme, zihinde canlandırma
Tahkikat: soruşturmalar
Tahkim: taraflar arasında çıkan uyuşmazlıkların devletin resmi yargı organları yerine, kendileri tarafından belirlenen hakemlerce çözümlendiği bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir
Tahmin:
Tahrifat: bir şeyin aslını bozma, değiştirme
Tahtim: mühür basma, mühürleme
Tahvil:
Taksir: dikkatsizlik, tedbirsizlik, meslekte acemilik ve kurallara uymamaktan doğan kusur
Taksirli suç: failin, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması şeklinde kendini gösterir
Taltif etmek:
Tandanslı: belli bir yöne veya duruma meyletme, eğilme istidadı gösterme; bir şeyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelme, meyil, temayül
Tarumar: dağınık, karışık, perişan
Taçsız kral: herhangi bir alanda çok büyük bir ün ve para elde etmiş kimse
Tasarım:
Tası tarağı toplamak:
Tatlı su muhalifi:
Taverna: çalgılı meyhane
Taverna alt kültür:
Tavşan aday: Özgür Özel için kullanıyorlar.
Taştan yumuşak ne varsa yiyorlar:
Teamülen:
Teamül hukuku:
Tebarüz ettirmek: ortaya koymak, belirtmek
Tebdili mekanda ferahlık vardır: bazı durumlarda kişinin yer (mekan) değiştirmesinin, kişiye mutluluk ve huzur getireceğini ifade eden kelime; yer değiştirmede huzur vardır
Tebelleş: hiç istenmediği halde birinin başından ya da peşinden ayrılmamak, musallat olmak
Tecessüm: görünmeye başlama, belirme; göz önünde canlanmak
Tecessüs: kendini ilgilendirmeyen şeyleri, belli etmeden öğrenmeye çalışma
Tecrübe:
Tedai: çağrışım
Tedhişçi:
Tedricen: azar azar, giderek, gittikçe
Tedrisat: öğretim
Teferruat:
Tefrika: süreli yayınlarda bölüm bölüm yayımlanan, birbirini tamamlayan bölümlerden oluşan yazı dizisi
Tefsir: yorumlama, yorum
Tekabül: karşılık olma, karşılama, yerini tutma
Tekaüt: emekli
Tekdüzelik: yeknesaklık
Teknokrat: bütün karar verme süreçlerinin teknik uzmanların ellerinde olduğu bir yönetim şeklidir
Telakki etmek: öyle kabul etmek, öyle saymak, öyle anlamak
Telkin: bir duyguyu, bir düşünceyi birinin belleğine sokma
Tematik: bir tema etrafında toplanmış olan ya da oluşan
Temayül: bir yana eğilme, eğilim
Temcit pilavı: sürekli yinelenen konu
Temerrüt: kişinin borçlandığı edimi hukuka aykırı olarak yerine getirmemesi hâlidir; bir borçlunun, borç sözleşmesinin kararlaştırılan hüküm ve koşullarına göre borç verene borçlarını ödeyemediği durumu ifade eder
Temettü: şirketin dönem içinde elde ettikleri kardan mevcut ortakların pay alma hakkıdır
Tensip: uygun görme, yaraştırma
Tepedelenli Ali Paşa:
Terennüm: mırıldanır gibi, güzel ve alçak sesle şarkı söyleme
Terhane:
Terminoloji:
Termodinamik:
Terra incognita:
Tereke: ölen ya da gaipliğine karar verilen kişilerin mal varlığı, hak ve borçlarının tümüne verilen addır
Teori: bilimsel deney ve testler ile sürekli aynı sonucu veren hipotezin bir sonraki aşaması
Terkidi diyar: memleketi terk etme
Teşbihte hata olmaz:
Tevdi etmek: bırakmak, vermek
Tefekkür: düşünce, düşünme, düşünüş
Tevsik: belgeye bağlama, belge ile kanıtlama, belgeleme
Tevatür: çok yaygın söylenti.
Tevekkeli: sebepsiz, boş yere, boşuna.
Tezahür: ortaya çıkma, belirme, görünme, oluşma.
Tiksindirici borç: bir ülkenin despotik hükümetinin yerine gelen demokratik hükûmetin, kendinden önceki yönetimin edindiği borçların devletin yararına değil; mevcut ulusal ve uluslararası yasalar dışında veya yasaları kendi işine yarayacak şekilde esnetip, yolsuzluk içinde diktatörün kendisinin ve çevresindeki bir zümrenin çıkarları için yapıldığını öne sürerek, geri ödemek istemediği borçları ifade eder.
Toplum:
Toraks:
Totalitarizm: tüm yetkilerin merkezileştirildiği, devlete mutlak itaat beklenen, diktatörlükvari yönetim.
Tragedya:
Transplantasyon: nakletme, organ nakli
Transplante: nakil
Triaj: önceliklerine göre sıralama
Trombosit: kanımızda bulunan kırmızı ve beyaz kan hücreleri gibi hücresel elemanlar
Tromboz: kanın dolaştığı damarlar içinde pıhtı oluşmasıdır
Tsundoku: Japonca'da bir kitabı alıp henüz okumadan, daha önce alıp okunmamış kitapların arasına ekleme
Tu kaka: bir şeyin kötü olduğunu belirtmek için söylenir
Tufeyli: asalak, başkasının sırtından geçinen
Tumturak: ihtişam, gösteriş, debdebe
Turpun büyüğü heybede: yaşadığın ne ki esas felaket daha gelmedi
Tuberküloz:
TÜFE:
Tutulum:
Tüzel: tüzel kişi
Tüzel kişi: hukuk bakımından birçok kişinin veya malın topluluğundan doğan ve tek bir kişi sayılan varlık
Tüzük:
Töz:
Uhde: bir kimsenin yapmakla yükümlü olduğu görev, iş
Ulübü börülce: taze börülce
Ultimatom: uluslararası ilişkilerde; bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istediği nota denilmektedir; kabul edilmez ise devletler arasında savaş başlar
Umman: okyanus
Usturlab: astronomi ölçümlerinde kullanılmış tarihi bir ölçüm cihazıdır
Uygarlık:
Ünsiyet: insanların birbirleriyle uyum içerisinde yaşaması durumudur
Ütopya: aslında olmayan, tasarlanmış bir ideal toplum
Üzüm üzüm üzülmek: haddinden fazla, çok üzülmek
Vaka-i adiye: hayatın normal akışına uygun, şaşırılmaması gereken sıradan hadise
Vakur: ağırbaşlı, onurlu.
Vamp:
Vamp rol:
Vandallık: bilerek ve isteyerek, kişiye ya da kamuya ait bir mala, araca ya da ürüne zarar verme eylemidir
Varyant:
Vatandaş:
Vatman: kökeni Fransızca olan tramvay şoförü manasında kullanılan sözcük
Vaveyla: çığlık, feryat; içten atılan çığlık
Veni vidi vici: geldim, gördüm, yendim
Ver yiyim, ört yatayım bekle canım çıkmasın: kendisi çalışmayan, başkasının kendisi için çalışmasını ve hizmet etmesini bekleyen tembel, yerinden kımıldamaz, işe yaramaz kimseleri anlatmak için kullanılır
Veraset: (mirasta) hak sahibi olma, mirasçılık
Veteran: bir meslek veya alanda önemli tecrübe ve uzmanlığa sahip olan kişi; emek vermiş, emektar
Veto: genel olarak hukuk dilinde, yetkili kişi ve kurullarda bir kararın veya bir kanunun geri çevrilmesi anlamında kullanılır
Vicdan:
Vicdani ret: bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir
Vizyon:
Volatile: oynaklık
Volanlı: genelde tekstil ürünlerinin uç kısımlarına dairesel olarak kıvrımlı üst üste bindirilmiş gibi de duran şekle denir
Vurdumduymaz kör ayvaz: umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse
Yalanı egemenliği: yalanın hakim olduğu
Yandı gülüm keten helva: iş işten geçti artık
Yapay Zeka:
Yardakçı:
Yarka: büyük piliç, henüz yumurtlamamış tavuk
Yargı:
Yatırım:
Yazılım:
Yazmak: İzmir bölgesinde bir şeyi sermek veya bir şeyin üstüne örtmek
Yazıyı kuşa çevirmek: düzeltmek istenirken büsbütün bozularak pek biçimsiz bir hale sokulan şey
Ya herro ya merro: ya gelir ya gider
Yeis: umutsuzluktan doğan karamsarlık, umutsuzluk, üzüntü
Yel değirmenlerine karşı savaşmak
Yel kayadan toz alır: güçsüz ve zayıf olan kişiler, kendilerinden daha güçlü olan kimselere karşı herhangi bir şey yapamaz
Yeknesak: tekdüze
Yeknesaklık: tekdüzelik
Yeni karamürsel sepeti:
Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız
Yüzün eskimesin: insanların hafızalarında kalmak için söylenen söz
Yumuşak karın: en zayıf nokta
Yaptırım:
Zeval: son bulmak, bitmek.
Zevahir: dış görünüm.
Zerre: çok küçük, çok önemsiz bir şey olarak.
Zeynep: değerli taş, mücevher, babasının süsü (Arapça).
Zeyrek: uyanık, akıllı, güçlü hafızalı.
Zerzevat:
Ziyade: çok, daha çok.
Zımnen: açık açık değil üstü kapalı, örtülü ve dolaylı olarak.
Zıypak: üzerine basıldığında kayan, kaygan.
Zühre: Venüs veya çoban yıldızı.
Ahde vefa:
Aferine sıçramak:
Amiyane tabirle:
Amerikayı yeniden keşfetmek:
Anakronik:
Astarı yüzünden pahalıya geliyor:
Aversif tepki:
Badelemek:
Bayrak pazarlamacısı:
Beis:
Biat:
Bizatihi:
Boyacı küpü değil bu:
Büyük birader:
Cahilliğimi mazur görün:
Çekiç güç:
Dalkavukluk:
Datamania:
Dehşetül vahşet:
Dellenmek:
Dini musiki:
Diyet borcu:
Dispozitif:
Diyalektik eleştiri:
Dost meclisi:
Dört başı mamur:
Ebemkuşağı:
Egzistansiyalizm:
Ekseriyet:
Endemik:
Espiyonaj:
Eşek olana semer vuran çok olur:
Fazla çalışmaktan sürmenaj olursun:
Faraziye:
Fettan:
Gayri ihtiyari:
Gıyabında:
Gordion düğümü:
Gün yüzü görmemiş laflar:
Habis:
Hafifmeşrep:
Hâmi:
Halimiz itten beter, keyfimiz paşada yok:
Hamasi nutuklar atmak:
Hayalet kilise:
Hayali gerçeklik:
Hedonist:
Hematolog:
Hematoloji:
Her ahval ve şeraitte:
Heteronim:
İztırar hali:
İğdiş etmek:
İhtiyar:
İlintili:
İmmünoloji:
İnkişaf:
İpga:
İrep:
İskartaya çıkarmak:
İşini bilen esnaf tarifesi:
İşkence aleti:
Kağıttan kaplan:
Kantitatif:
Kantitatif değerler:
Katre katre:
Kaş yaparken göz çıkarmak:
Kaygan zemin:
Kerameti kendinden menkul:
Kerkenez:
Komptrolörlük:
Konferans:
Konsolide:
Kotarmak:
Kreol dil:
Lafla peynir gemisi yürütmek:
Lafız:
Lobotomi:
Lokavt kararı:
Massedilmek:
Mazhar olan:
Mevzubahis:
Meyhane solcuları:
Milenyumun:
Mitik:
Monşer:
Muarız kabul edilmek:
Muavenet:
Muayyen:
Munis:
Murakabe:
Murathan mungan titizliği:
Mutabakat zaptı:
Mutabık:
Mutedil:
Muteber:
Muvakkat:
Muvazaalı satış:
Muvazene:
Muzip:
Müesses nizam:
Mülevvez:
Müsemma:
Müstesna:
Müşekker:
Müşterek:
Müştereklik:
Müteşekkir:
Mütedeyyin:
Mütemmimcüzü:
Mütevellit:
Müvekkil:
Nehir söyleşi:
Nepotizm:
Nevi şahsına münhasır:
Nötrofil:
Obezlik:
Oksidentalist:
Panel:
Paradigma:
Parapsikoloji:
Pergolacı:
Pespayelik:
Pırtı: eşya.
Podcast yayını:
Poetika:
Post:
Postmodern fark:
Profilaktik:
Proses:
Psikoza girdi:
Püriten:
Redüksiyon:
Sağır oda:
Salahiyetle:
Salık vermek:
Sarfinazar:
Sefalet zammı:
Serenad:
Serseri mayın gibi:
Seyri sülük:
Sığ:
Sirayet:
Sirkadiyen ritim:
Sitayiş:
Stalklamak:
Su götürmez gerçek:
Su içinde:
Subjektif:
Sureti kendinden menkul:
Sükut ikrardan gelir:
Sürmenaj oldu:
Takiyye:
Takriben:
Tavuk tövbesi:
Teamül:
Tebliğname:
Tekne kazıntısı:
Temayüz etmek:
Tenzili rütbe:
Tereffüh:
Teşbihte hata olmaz:
Teşne olmak:
Teyite muhtaç:
Töhmet altında bırakmak:
Tokmak vurucusunun hıh deyicisi:
Toplum polisi:
Topoloji:
Turnayı gözünden vurmak:
Tevessül:
Viktoryen:
Virman:
Yadsıma:
Yalınkat:
Yetke:
Yorgun mermi:
Zeitgeist:
Zinhar:
Ziyadesiyle:
Güneş yüzü görmemiş küfürler/sözler: (Yıldız Tilbe)
![]() |
| Photo by Glen Carrie on Unsplash |
