bazı coğrafyalarda uzun zamandır tuhaf bir durum hüküm sürüyor:
liyakatsız layıkiyet.
bir zamanlar bilgi, deneyim ve yeteneğin değer gördüğü dönemlerde cehalet dizlerini kırıp otururdu.
bugün ise tablo tersine dönmüş durumda.
liyakatsizlik yalnızca görünür değil; makamın ve otoritenin tam merkezinde.
artık kanunun tanımını yapamayanlar kanun yazıyor,
kanunu uygulaması gerekenler ise neyi uyguladığını bilmiyor.
hatta daha da tuhafı,
“şununla biraz ben de oynayayım.” deme cüretine sahipler.
düzen silikleşmiş; kaos, karmaşa ve kural tanımazlık belirginleşmiş durumda.
eskiden koltuk; bilgi, görgü, temsil kabiliyeti ve tecrübe isterdi.
bugün gerekli görülenler bambaşka:
itaat, yalakalık ve güçlü bir cehalet.
bu tablo sadece koltukları doldurmakla kalmıyor; toplumda yeni bir algı da üretiyor.
bir baltaya sap olamayacak, yöneticiliğin ve liderliğin heyt-huyt ile yapılabileceğine inanan kişilerin zihninde artık tek bir düşünce var:
“o yaparsa ben de yaparım.”
hiçbir şey bilmeden, temsil kabiliyeti olmadan yönetecek kadar cesurlar artık.
dahası belki de en acısı bilgisizliklerinden de utanmıyorlar.
tam tersine, bu zihin boşluğuyla övünüyor, caka satıyor, gövde gösterisi yapıyorlar.
cehaletin en tehlikeli hâli: kendi cehaletinin farkında olmayanı.
acı olan: cehalet, kaybettiklerinin ve yok ettiklerinin farkında değil.
ve bir grup insan da cehaleti yönetmenin kolay olduğunu bildiği için, sorgulamayan, düşünmeyen, hesap sormayanlardan oluşan bir ordu kuruyor.
ortaya çıkan düzen ise artık çok net: liyakati değil; cehaleti büyüten bir düzen.
bir zamanlar insanların içinde
“ben ne alaka ya?”
diyerek geri adım attıran farkındalık, bugün yerini cahil özgüvenine bıraktı.
çöküş burada start verdi. hoşgeldin; kabiliyetin, bilginin ve temsilin değil; cehaletin ve şakşakçılarının iktidar olduğu bir düzen.